“İnsanların çoğu sınırlı bir hayal gücüne sahiptir. Duyumlarını uyaracak ölçüde yakınlarında gerçekleşmeyen bir olaya ilgi göstermek pek içlerinden gelmez; ama aynı şey gözlerinin önünde, doğrudan duygularına dokunma mesafesinde gerçekleşirse, bu olay önemsiz bile olsa, hemen aşırı bir duyarlık gösterirler. Böylelikle normalde nadiren görülen tepkilerini ölçüsüz ve abartılı denebilecek bir sertlikle telafi etmiş olurlar.”
Selam millet! Bugün sizlere çok sevdiğim bir yazar olan Stefan Zweig’ın Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat adlı kitabının yorumuyla geldim.
Hikayemiz savaştan 10 yıl önce Riviera kıyısındaki küçük bir pansiyonda başlıyor. Burada evli ve iki çocuk annesi Bayan Henriette adındaki karakterimizin-o dönem toplumsal olarak hoş karşılanmayan-bir davranışı sonucunda meydana gelen bir tartışmaya şahitlik ediyoruz: Crime Passionnel yani Tutku Suçu.
Anlatıcımızın bu konudaki düşünce ve tavrından etkilenen yaşlı bir hanımefendi olan Mrs. C.’nin onunla geçmişte yaşadığı ve hayatını büyük oranda değiştiren ‘yirmi dört saat’ini paylaşmaya karar vermesiyle de asıl hikayemiz başlıyor.
Bu Zweig’dan okuduğum beşinci kitap ve her seferinde beni şaşırtmayı başarıyor. İnsan doğasına, arzularına muazzam derecede hakim bir insan ve her kitabında bunu sonuna kadar hissedebiliyoruz. Ruhsal çözümlemelerde cidden bir deha olduğunu düşünüyorum. Bu kitabında bizlere içkin saplantıları, arzunun gücünü ve bir kadının nasıl da özgürce ve tutkuyla hayatını hiç düşünmeden değiştirebilecek kararlar verebileceği gösteriyor. Açıkça söylemek gerekirse ben bir kadın olarak ruhumuzu bu kadar açık bir şekilde, bu denli doğru ifade edebileceğimi zannetmiyorum. Bu yüzden hayranlığım daha da artıyor kendilerine karşı.
Bu kitapta insanların ne denli ikiyüzlü olduğuna da şahitlik ediyoruz bir yandan. Alıntıda da bahsi geçtiği üzere normalde duyarsız kalacağımız davranışları çevremizde gözlemlediğimizde ne denli farklı algılar oluşturabileceği görebiliyoruz. Bu kitapta aynı ortamı paylaştıkları bir insanın onlara göre etik olmayan bir davranışı hakkında konuşmak, onu yermek kendilerine kişisel bir zevk veriyor. Sırf o davranış yüzünden kendilerini kadından üstün olarak addetmek istiyorlar. Ne ahlak ama! Çoğu insan kendileri bu olayı yaşasalar bunun ne denkli normal olduğunu savunarak bunun etiğe uygun olduğunu savunurlar. Bu denli ikiyüzlülük şu anda bile var ve beni cidden çileden çıkarıyor. İnsanları yargılamak hastalığı, Tanrıcılık oynamaktan duydukları haz akıl alır gibi değil. Bir gün bunların son bulmasını temenni ediyorum.
Sizlere bu kitabı tavsiye etmiyorum, sizlere bu yazarı tavsiye ediyorum. Şahsen bulabildiğim her eserini ayrı ayrı tatmak, kelimelerini ayrı ayrı yudumlamak istiyorum. Zweig’ın kalemi ve karakterleriyle mutlaka tanışmalısınız. Kesinlikle pişman olmayacaksınız. Sağlıcakla kalın efenim! 😄 💞