Merhabalar, bugün sizlerle Hayvan Çiftliği kitabına ait olan değerlendirme çalışmamı paylaşacağım. Öncelikle kısaca kitabın özetine değinerek başlamak istiyorum.
Kitap, İngiltere’deki Beylik Çiftlik’te yaşayan hayvanların hayatını konu ediniyor. Hayvanların sadece ağır işlerde çalıştırıldığı, insan emeği için sömürüldüğü bir dönemde Koca Reis denilen bilge hayvanın bir akşam tüm hayvanları toplayıp onlara düşünden bahsetmesiyle tüm düzenin değişimine yol açacak fitil ateşlenmiş oluyor. İngiltere’nin Hayvanları adlı şarkının da öğrenilmesiyle tüm hayvanlar için isyana uzanan bir serüven başlamış oluyor. Bu süreçte sahipleri Jones’un çiftlikten gönderilmesine, Beylik Çiftliği’nin Hayvan Çiftliği’ne dönüşmesine, hayvanların arasında konulan kurallara, gündelik yaşamlarında aldıkları rollere tanıklık ediyoruz. Bunun yanı sıraysa zamanla bir amacın nasıl sapabileceğini, özgürleşme fikrinin artık o kadar da özgür hissettirmediğini görmüş oluyoruz. Bir masal gibi gözüken bu kitabın derinlerine indikçe aslında içinde yer alan sistemsel eleştiriyi daha da güçlü bir şekilde hissetmeye başlıyoruz.
Bu kitabı sanırım üniversiteye başlayacağım sene okumuştum. Şimdi tekrar okuduğumda bende yarattığı his çok daha güçlü oldu. 3.5 yıl boyunca aldığım İktisat eğitimi süresince Sosyalizm, Komünizm, Faşizm ve daha nice akımı gözlemleme şansına eriştim. Bu nedenle şu anki Neriman olarak okuduğumda içerisinde barındırdığı eleştirileri çok daha net anlayabildiğimi söyleyebilirim. O dönemlerde bu akımlardan oluşacak karma bir sistemin bizi ideal bir sisteme götürebileceğine dair bir hisse sahiptim. Lakin şu anda insan elinin değdiği tüm sistemlerin zamanla yozlaşacağını ve amacından sapacağını düşünüyorum. Bu sebeple de ideal bir sistemin mevcudiyetine karşı inancım yok olmuş durumda.
Bu kitap her ne kadar bulunduğu dönem özelinde yazılsa da klasik olmasının nedeni bu döneme de ışık tutuyor olması. 1980’lerden sonra Neo Liberal politikaların ortaya çıkması ve piyasa serbestleşmesinin yaygınlaşmasıyla birlikte bu süreci besleyen Kapitalizm akımı da ortaya çıktı. Kitapta ilk önce Sosyalizm olarak başlayan ve ‘bütün hayvanlar eşittir’ savıyla desteklenen görüşler zamanla domuzların üstün görülmesine kadar eviriliyor. Bu süreç de devletçi politikalar izleyen kurumların kapital düzene geçmesiyle benzer geliyor bana. Öncelerde herkesin refahı düşünülürken zamanla sadece sermaye sahipleri sistemde söz hakkına sahip olmaya başlıyorlar. Bu nedenle o çiftlikte yaşayan ve sürekli ‘Daha çok çalışmalıyım.’ diyen Boxer’dan pek de farkımız varmış gibi gelmiyor.
Fikirlerimde yer alan değişimlere karşın kitabın ürkütücülüğü hiç değişmemiş benim için. Yaklaşık 26 yıllık hayatım boyunca cehaletin mutluluk getirdiğine inandığım çok fazla insanla yolum kesişti. Bu kitapta da sorgulamadan itaat eden, okuma yazma bilmediği için olayları kavrayamayan hayvanların hep en mutlu hayvanlardan olduklarını gördüm.
Kitapta huzurumu en çok kaçıran kısım özgürlük kavramının işleniş şekli oldu. En başta tüm hayvanlar sömürülmekten bıktıkları için, eşitlik için, özgürlük için ayaklanıyorlar. Kitabın devamında bazı hayvanlar onlardan daha eşit olmaya başladıklarında bile en azından özgür oldukları düşüncesiyle yaşamlarına devam ediyorlar. Mevcut düzende yaşadığımız ikilem tam olarak bu. Sürekli özgür ve kendi kararlarını alan bireyler olduğumuzu söylüyoruz ama aslında o kadar da özgür müyüz? Sadece sosyal ve ekonomik akımlarla ilişkili de değil bu konu. Tıpkı kitapta gerçekleri içten içe bilen ama sırf saldırgan köpeklerden korktuğu için konuşamayan hayvanlar gibi aslında bizler de karşılaştığımız çoğu haksızlığa ses çıkaramazken, yeterince eşit olamazken ve hatta tüm farklılıklarımıza rağmen kabul göremezken nasıl bir özgürlükten bahsedebiliriz ki? Sanırım her insan özgürdür ama bazıları daha da özgürdür.