Merhaba, bugün sizlerle Thomas More’un Utopia kitabına ait değerlendirme çalışmamı paylaşacağım. Öncelikle kısaca kitabın özetine değinerek başlamak istiyorum.
Kitabın başında anlatıcı karakter olan Raphael, İngiltere kralı ve Kastilya prensi arasında yaşanan uyuşmazlık nedeniyle Bruges şehrindeki kongreye gidiyor ve burada toplanan kişiler ile öncelikle bulundukları dönemin İngiltere’si başta olmak üzere tüm Avrupa’nın sosyal, siyasi ve ekonomik durumunu tartışıyorlar; yaşanan uyuşmazlık ve sorunlara dair çözüm önerilerinde bulunuyorlar. Bu süreçte biz de dönem hakkında birçok detayı öğrenmiş oluyoruz. Sonrasında Raphael sistem eleştirisini daha önce gördüğü Utopia ülkesi üzerinden yapıyor ve sosyal, siyasi ve ekonomik birçok konuyu derinlemesine inceliyor. Utopia ona göre her açıdan ideal bir toplum düzenini oluşturan, tüm Avrupa’nın örnek alması gereken bir ülke. Orada dini inancı yaşamak serbest, hapishane ve ölüm cezası yok, yoksulluk mevcut değil. Kitabın son kısımlarında Utopia ülkesini okurken aslında arka planda Katoliklik, sosyalizm gibi birçok inanış ve akımı görme şansı buluyoruz.
Lise yıllarımda Felsefe derslerimde öğretmenlerime sürekli ‘Evrensel bir ahlak yasası olduğuna inanıyor musunuz?’ diye sorardım. O dönemlerdeki temel düşüncem bunun olabileceği yönündeydi. Hangi topluma gidersek gidelim yalan söylemek, insan öldürmek, hırsızlık yapmak kötü şeylerdir. Sadece toplumların bu kötülüklere karşı yaptırımları arasında farklılıklar mevcut. Bu kitapta da Utopia halkının kötü gördüğü şeylerle Avrupa halkının kötü gördüğü şeyler aynı. Sadece Utopia’daki ceza sistemi Avrupa’daki gibi katı değil. Kitapta geçen “Hırsızı kendi elleriyle katil yapma” metaforu bana göre bu farklılığı en net açıklayan kısımdı.
Tabii Utopia’daki ceza sistemi kendiliğinden yerleşmiş bir sistem değil. Bu düzeni oturtmak amacıyla toplumun tüm bireyleri üst düzey çaba gösteriyorlar. Bu noktada sosyalizm ideolojisini çok rahat gözlemleyebiliyoruz. Bu kısımda özellikle evlerin kilitli olmaması ve belirli yılın ardından değiştirilmesi, çocukların evlatlık verilmesinin aşırı derecede yaygın olması bana çok ilginç gelen durumlar oldu. Özel mülkiyet kavramı kesinlikle mevcut değil. Distopik kitaplarda ‘bireyden önce toplum gelir’ savına sıkça rastlıyoruz. Utopia’da da aynı şekilde toplum refahı çok önemli ama onlar bir tık farklı olarak bireysel iyileşme ile bunun mümkün olduğuna inanıyorlar bence.
Kitapta ilgimi çeken bir diğer nokta Utopia halkının dini inançlar konusundaki tutumları oldu. Yazar bu kısımda tüm halkın inançlara saygı duyduğunu iletiyor ama halkı bu kadar düzenli bir yaşama iten şeyin Katolik öğretileri olduğuna dair bir his kaplıyor içinizi. Sonrasında yaptığım araştırmalarda kendisinin koyu Katolik birisi olduğunu öğrendim. Yazarın iç dünyasının ve dönemin sosyal olaylarının eserlerde ne denli çok hissedilebildiğini düşündüm bir kez daha.
Birkaç paragraf önce evrensel ahlak yasasına olan inancımdan bahsetmiştim. Bu doğrultuda kitabı değerlendirmem gerekirse Utopia ülkesinde benim ideolojime uyan noktalar olduğunu gördüm. Örneğin eğitim konusundaki tutumları çok yerinde. Zorlayıcı değiller. Mesleki anlamda da zanaata büyük önem veriyorlar. Toplumdaki her birey bir zanaat öğreniyor ve topluma katkı sağlıyor. Bunun dışında dini yaşayış şekillerini çok beğendim. Tanrı’nın bir adı var ama ismi aynı olsa da herkesin inandığı yaratıcı farklı ve buna rağmen ayrıştırıcı bir konu olmuyor. Bununla paralel olarak diğer ayrıştırıcı güç olan siyaset de kişiler arasında konuşulmadığından yine birlik bozulmuyor. Çalışma saatleri günümüz dünyasına göre bir hayli az ve her birey topluma katkı sağladığından bu yeterli oluyor. Kapitalist dünyada ne yazık ki mülk sahipleri emeği çok rahat bir şekilde sömürebiliyorlar. Son olaraksa ceza sistemlerinin ölüm kısmı benim ahlak anlayışımla paralel. Ne kadar büyük bir suç işlerlerse işlesinler hiçbir ferdin ölümle cezalandırılmasını doğru bulmuyorum.
Bunun yanı sıra inanmadığım görüşler de mevcut. Bence Utopia ne kadar okurken göze hoş gelse de böyle bir ülkenin günümüzde var olması mümkün değil. Kitapta çevresel faktörlerin bireyi etkilediği yönünde bir görüş hâkim, lakin doğuştan gelen dürtülerimiz hesaba katılmamış. Evrensel ahlak yasasına artık inanamama sebebim gerçekten kötü olarak doğan kişiler olduğuna inanmam. Kitapta toplum ne yaparsa yapsın değişmeyecek kişilere değinilmiş ama bunun hep azınlık olduğu söylenmiş. Ne yazık ki 21. yüzyılda azınlık değiller.