Merhabalar, bugün sizlerle Otomatik Portakal kitabına ait değerlendirme çalışmamı paylaşacağım. Öncelikle kısaca konusuna değinerek başlamak istiyorum.
Kitap geleceğin dünyasında karanlık bir atmosferi ele alıyor. Ana karakter olan Alex 15 yaşında ve daha o yaşta kankalarıyla birçok suça karışmış birisi. Toplumun suç işlemeyen kesimi sokağa çıkmaktan korkuyor ve polis oranlarının azlığı nedeniyle de suç oranlarında ciddi bir artış gözleniyor. Böyle bir ortamda yaşayan Alex ve arkadaşlarının öncelikle işledikleri suçları okuyor ve toplumun içinde bulunduğu durumu gözlemliyoruz. Sonrasındaysa Alex’in suç işlerken yakalanması, hapishane hayatı, oradan kurtulmak amacıyla denek olmayı kabul etmesi şeklinde ilerleyen süreçte toplum yozlaşmışlığını görürken bir yandan da sistemsel bir eleştiriyle karşılaşıyor ve kendimizi ister istemez günümüz dünyasıyla o dünyayı kıyaslar halde buluyoruz. Bu süreçte insan hakları üzerine de doğru yaklaşımın ne olabileceğine dair bir takım düşüncelere kapılma ihtimalimiz oldukça yüksek.
Bu kitabı ilk olarak üniversitedeki hazırlık yılımda okumuştum ve okurken sadece 15 yaşında olan çocukların bu denli kötülük yapabiliyor olmaları beni dehşete düşürmüştü. Bu nedenle kitabı tekrar okumam gereken bu süreçte ne kadar zorlandığımı tahmin edebilirsiniz. Sanırım kitabı etkileyici kılan da bu his. Alex denek olduktan sonra nasıl kötü olan her fikir onu hasta ediyorsa aynı şekilde kötü olan şeyleri okumak bende de güçlü bir tiksinme duygusu uyandırdı.
Bu zorluğun yanı sıra kitapta dikkatimi çeken önemli noktalardan birisi karakterlerin içinde bulundukları dönemdeki rolleri oldu. Örneğin yetişkinlerin çocuklardan koktuğu bir dünyayı tezahür etmek bir hayli güç bir durum gibi geliyor bana. Bu garipliğin yanı sıra yüksek oranda şiddete meyilli bu çocukların insan doğasında bulunan bir takım özellikleri almaları da dikkatimi çekti. Ekip içerisinde sürekli lider olma ve gücünü gösterme dürtüsü göze çarpıyordu. Tabiri caizse en kötü olma yarışı içerisindelerdi. Bu durum da ihaneti doğurarak Alex’i hayatındaki en büyük değişimlerden birisine sürükledi.
Dikkatimi çeken noktalardan bir diğeriyse Alex’in klasik müziğe olan tutkusu oldu. Bu türü dinlemeyi çok severim ve bende her zaman dinginlik ve rahatlık hissi uyandırıyor. Lakin Alex’te bu hislerin tersi olarak daha çok suç işleme dürtüsünü uyandırmasını oldukça enteresan buldum. Kitabın bir kısmında rahip güçlü duygulardan bahsediyordu. Nefret kötü bir duygu olsa bile en az sevgi kadar güçlü bir duygu. Müzik nasıl bazı insanlarda rahatlık, şehvet gibi duygular uyandırıyorsa bazılarında da bunların tersi yönde bir duygu uyandırıyor ve böyle bir sonuca yol açıyor sanırım.
Kitabın ikinci yarısından sonra beni en çok etkileyen kısımsa deneye ilişkin sahneler oldu. Bu konuda rahip ve devletin karşıt görüşte olması benim de içinde bulunduğum çatışmayı sembolize ediyordu sanki. Günümüz modern toplumlarında suçlulara hukuk sistemine uygun cezalar verilmeye çalışılıyor. Sonrasında bu kişilerin ders çıkarıp çıkarmadığı konusundaysa bildiğim kadarıyla herhangi bir çalışma mevcut değil. Kitaptaki toplumda suç oranlarının artması ve hapishanelerin dolup taşması sonucunda bunları azaltmaya yönelik bir politika geliştiriliyor. Buradaysa bu şiddetin kökenine inip sosyolojik ve psikolojik bir araştırma yapmak yerine direkt suçlunun tercih hakkını elinden alacak bir teknik kullanılıyor. Toplumdaki suç oranlarının azaltılması gerektiğine inanıyorum elbette ama tıpkı rahip gibi ben de iyiliğin içten gelen bir duygu olduğu görüşündeyim. Bu nedenle bir kişi kötü dahi olsa onun elinden tercih ya da yaşam hakkını almak bana insanlık dışı geliyor. Tercih hakkımız da elimizden alınırsa hayvanlardan ya da bitkilerden ne farkımız kalır ki? Ayrıca doğal denge gereği zıtlıklar bir arada bulunmalı bence. Yani saf iyilik ya da saf kötülük olması dengeyi bozan bir durum. Bu nedenle benim bakış açıma göre yukarıda da dediğim gibi tercih hakkına müdahale etmek bunu yapanları da kötüler kervanına dahil ediyor.
Kitabın sonunda Alex’in eski arkadaşlarının hayatlarını yoluna soktuklarını görüyoruz. Bu durum insanın gelişebilen bir canlı olduğunu düşünmeme yol açtı. O dönemde çevresel faktörler gençleri kötülüğe itiyor olabilir ama bunun zıttı olan güçlü duygulardan sevgi gelişim aşamalarında bir üst basamağa çıkmamızı sağlıyordur belki de.