Bugün sizlerle The Intern (Stajyer) filminin yorumunu paylaşacağım. Öncelikle kısaca
filmin konusundan bahsederek başlamak istiyorum:
Ana karakterimiz olan Ben Whittaker 70 yaşında, emekli bir kişi. Yıllarca çalıştıktan
sonra artık emekliliğin tadını çıkarabileceğini düşünürken eşini kaybetmesi, çocuğundan da uzakta yalnız bir hayat sürmeye başlamasıyla aslında emekliliğin o kadar da düşlenecek bir şey olmadığına karar veriyor. Bu durum karakteri hayata dair bir yoğunluk yaşama hissiyatı içerisine itiyor ve neticesinde birçok alana yönelmesine vesile oluyor. Sonrasında ise Jules Ostin’in kurucusu olduğu bir E-ticaret şirketinde ‘yaşlı stajyer’ olarak işe başlayan Ben, hem kendi hayatını hem de Jules’un hayatını değiştiriyor.
Film konusu gereği ilgi uyandırıcı bir yapıya sahip. Özellikle genç-yetişkin kategorisindeki insanlar izlediğinde daha farklı anlamlar çıkaracaklarına inanıyorum. Mesela benim ilk aklıma gelen şey: ‘kuşaklar arası iletişim’ kavramı oldu. Okulumdaki Sosyal Sorumluluk Kulübü’nde Başkan Yardımcılığı yapıyorum ve hayata geçirdiğimiz projelerden birisi Huzureli Projesi. Bu kapsamda huzurevindeki yaşlılarımız ile her hafta etkileşimde bulunuyoruz. Açıkçası öğrenmenin yaşının olmadığını bu insanlardan öğrendim. Çoğu genç ziyarete giderken yaşam tecrübesi kazanmak istiyor ama yaşlılardan aldığımız geri dönüşlerden en önemlisi onların da bizlerden çok şey öğrendiğiydi. Bu filmde bu deneyimimin bir yansımasını gördüm adeta. Özellikle Ben şirkete ilk gittiğinde çoğu X kuşağı insanında görülebileceği üzere teknoloji ve sektör konusunda sıkıntı yaşadı ve oradaki insanlardan destek aldı. Sonrasında ise Jules’a ve oradaki diğer çalışanlara adeta yaşam mentorluğu yapması ve kendi tecrübelerini aktarması neticesinde ise kuşaklar arası iletişim gerçekleşmiş oldu.
Bunun yanı sıra günümüz iş hayatı hakkında birçok detay gözlemledim. Bunlardan birkaçına değinmeden geçemeyeceğim. Öncelikle şirketi ilk gördüğümüzde bütün çalışanların tek katta olduğunu ve ayrı ofis mantığı yerine birlikte çalışıldığını gördüm. Bu durum günümüzde özellikle start-up kültüründe oldukça yaygın. Ayrıca E-bebek’te de aynı sistemin olduğunu görme şansı bulmuştum. Bana göre bu takım çalışması olgusunu destekleyen bir yenilik. Ayrıca çalışanlar sürekli birbirlerini gördüklerinden organizasyonel farkındalığı da arttırdığını düşünüyorum.
Benim için çok önemli olan bir diğer detay ise kadın girişimciliğe yapılan vurguydu. Özellikle yerleşik hayata geçilmesinin ardından ortaya çıkan ataerkil toplum yapılanması Sanayi Devrimi sonrasında kadınların iş hayatına girmeye başlamasıyla eskisine oranla azalsa da günümüzde dahi devam etmekte. İş yerinde fiziksel ve psikolojik şiddet, ücret eşitsizliği vb. olaylar hala problem teşkil ediyor. Tüm bunlara rağmen bu filmde ekonomik özgürlüğünü kazanmış ve iş hayatında güçlenmiş bir kadını izlemek hemcinsi olan beni oldukça gururlandırdı ve mutlu etti.
Son olarak Ben’in özelliklerine değinmek istiyorum. Öncelikle hem yaşı hem de 40
yıllık iş hayatı olması sebebiyle tecrübesi konusunda kesinlikle şüphe duymayacağımız bir karakter. Özellikle iş yerine ilk geldiğinde masasında tercih ettiği ögeler dikkatimi çekti, kendi yaşıtlarının sıklıkla kullandığı eşyaları tercih etmişti. Bence bu durum onun eskiye bağlı bir yanının ve geliştirdiği belirli alışkanlıklarının olduğunu gösterir. Lakin diğer yandan böyle bir işe başlaması bile onun yeniliklere açık ve değişim cesareti olan birisi olduğunu da gösterir bence. Çalışma ahlakına baktığımda ise şimdilerde sıklıkla arar olduğumuz dürüstlük ve sadakatin yanısıra çözüm odaklı, ilişki ve kriz yönetimi güçlü bir yapıya sahip olduğunu gözlemledim. Eğer bir Girişimci, İşe Alım Uzmanı vb. pozisyonda çalışan birisi olsaydım iş arkadaşlarım arasında bu yetkinliklere sahip birisini görmeyi çok isterdim.
Filmde hem iş hayatına hem de kendi hayatıma dair birçok çıkarımım oldu. Karakterin yaşam boyu öğrenme mantalitesi benim yapıma bir hayli uyuyor. Özellikle Pandemi sürecinde onun vakit geçirmek için yaptığı çoğu şeyi ben de yaptım.