Merhabalar bugün sizlerle Bring The Soul filminin yorumunu paylaşacağım. Öncelikle kısaca filmin konusuna değinerek başlamak istiyorum.
Bring The Soul filmi, 2013 yılında kurulan Koreli erkek müzik grubu BTS’in 5. yılına odaklanmaktadır. 2018 yılının Ağustos ve Ekim ayları arasında geçen filmde toplamda 28 konserin düzenlendiği Love Yourself turuna şahitlik ediyoruz. Klasik olarak Kore’deki ilk konserle başlayan tur öncelikle Kuzey Amerika’daki şehirlerde ve sonrasında da Avrupa’da Berlin, Amsterdam, Londra gibi birçok şehirde düzenlenen konserlerle devam ediyor. Bu süreçte sahnedeki performansların yanı sıra grup üyelerinin kulisteki görüntülerini ve şehirdeki yaşantılarını da izleme şansı buluyoruz. Bu süreçte neredeyse sadece bir gün ara verilip sonrasında başka şehirde devam eden konser temposunun sanatçıları fiziksel ve ruhsal olarak ne kadar etkileyebileceğine tanıklık ediyoruz. 3 aylık bir süreci kapsadığından film boyunca duygusal olarak yıpranan ve fiziksel olarak da bazı rahatsızlıklar geçiren birçok grup üyesi olduğunu görüyoruz. Ama burada asıl dikkat çeken şey sahneye adım attıkları anda bu duygusal buhranlarını izleyiciye yansıtmamaya çalışıp eğlenmeleri ve sahne arkasında da birbirlerine her zaman destek olmaları. BTS, hayranlarından güç alan bir grup. Bu filmde kendini sevmek mesajının iki tarafı birbirine nasıl kenetlendiğini çok daha iyi görmüş oluyoruz.
Final çalışmamda bu filme yer vermemin sebebi ilettiği ‘kendini sev’ mesajının hayatımda çok büyük bir yerinin olması aslında. Önceleri grup üyelerinin bir tema üzerinde çalışmalarıyla ortaya çıkan bu fikir sonrasında çok büyük bir etkiye dönüştü. Albümlerin ardından UNICEF’te bununla alakalı bir kampanya düzenlendi. Hala albüm gelirlerinin bir kısmı bu fona aktarılıyor ve okulda ya da ailede psikolojik zorluklar yaşayan ve zorbalığa maruz kalan birçok genç için kullanılıyor. Bu mesajın daha da anlam kazanması öncelikle ben de dahil hayranların tamamının hayatlarındaki eksikliğin bu olduğunu görmeleri ve bu mesajı benimseyerek daha tamamlanmış bir birey olmalarıyla gerçekleşti. Sonrasında bu yolculuk üyelerin de kendilerini sevmeyi öğrenmeye başlamalarıyla devam etti. Filmin beni en çok etkileyen kısımlarından birisinde bu konuyla ilgili grup lideri Namjoon da izleyicilere
“Kendinizi sevmek için beni, BTS’i kullanın. Çünkü ben kendimi sevmek için sizi kullanıyorum.” diyor.
Bu filmi seçmemin diğer bir nedeniyse grup üyelerinin yaptıkları işe olan tutkuları ve azimleri oldu. Onları her izlediğimde kendi işime karşı böyle olup olmadığımı sorguluyorum hep ve aslında insanın sevdiği şeyi yapmasının, hayallerinin peşinden gitmesinin ne kadar zahmetli olsa da güzel hissettirdiğini fark ediyorum. Filmde bunlara şahit olduğumuz birçok an mevcut. Örneğin ilk konserde Jungkook Euphoria şarkısını seslendirirken fark edilmese bile bir yerde hata yaptığını söylüyor ve kulise gittiğinde herkesten özür dileyip daha çok çalışacağını söylüyor. En sevdiği şehir olan Paris konseri sırasında Taehyung’un soğuk algınlığı nedeniyle sesi çatlıyor ve çoğu şarkıyı söyleyemiyor. Konserin sonunda ise ağlayarak izleyicilerden özür dileyip seneye daha iyi bir insan olarak geleceğini söylüyor. Konserlerden önce grupça toplanıp bir önceki konserin görüntülerini izleyip hatalarını buluyorlar ve bunlara nasıl dikkat edebileceklerini tartışıyorlar. Bu olaylar bana sürekli gelişme ruhlarının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Bunun yanı sıra işlerine olan tutkularını ve saygılarını da görmek mümkün. Örneğin Jungkook’un ayağı kesildiğinde hastaneye giderse sahneye çıkamayacağından kuliste ayağına dikiş atılmasını istiyor ve sandalyede otursa bile o halde sahneye çıkıp performans sergiliyor. Tüm bunlar bir birey olarak onlara olan saygımı artırıyor.
Sonuç olarak bence hayatımızın iyileşmesi için öncelikle kendi değerimizin farkına varmalıyız, sonrasındaysa kendimizi tanımalı ve mutlu olacağımız işlerde çalışmalıyız. Benim projem insanlara bu duyguları geçirebilmek ve daha mutlu bir çalışma ortamı sağlanmasına katkı sağlamak üzerine. Hepimize ilham olmasını diliyorum.