Merhabalar, bugün sizlerle lise yıllarımdan sonra tekrar izlediğim Forrest Gump filmine ait değerlendirmemi paylaşacağım. Öncelikle kısaca özetine değinerek başlamak istiyorum.
Filmin ana karakteri olan Forrest Gump 75 IQ’ya sahip bir çocuk olarak dünyaya geliyor ve temelde hayatındaki zorluklar burada başlıyor. İlk olarak okula kabul edilmeyen Forrest çocukluğu boyunca da yaşıtları tarafından türlü zorbalık ve dışlanmaya maruz kalıyor. Bu dönemde ilk ve tek arkadaşı Jenny ile onun tabiriyle köfte ve patates gibi oluyorlar. Bu dostluk yıllar geçtikçe evriliyor ve bu süreçte her iki karakterin hayatında da umulmadık değişiklikler yaşanıyor. Yine de tüm bunlara rağmen, ne kadar ayrı da düşseler bir şekilde yolları tekrar kesişiyor. Biz de izleyenler olarak tüm bu ayrılma ve tekrar kavuşma süreçlerinde Forrest’ın Vietnam Savaşı, kaptanlık, sporculuk gibi başından geçen tüm olaylara şahitlik ederken bir yandan da Jenny’nin ruhsal devinimlerini de izlemiş oluyoruz.
Bu filmi ilk olarak lise yıllarımda izlemiştim ve Forrest’ın annesinin söylediği ‘Hayat bir kutu çikolata gibidir. İçinden ne çıkacağı asla tahmin edemezsin.’ sözü en unutulmaz replik olarak aklımda kaldı bunca yıl. Bence bu kadar etkileyici olmasının sebebi filmin temel düşüncesine de hizmet etmesi.
Özellikle kapital toplumlarda başarı çok önem verilen ve ulaşılması gereken bir gaye niteliğinde. Buna ulaşmak için de kişiye addedilen belirli kişisel özellikler var. Bunlardan birisi de zeki olmak. Benim bu hikâyede en çok etkilendiğim kısım Forrest’ın doğuştan bu tarz yeteneklere sahip olmamasına rağmen başarıya ulaşması ve bunun da ötesinde çevresinde çok az insan olmasına rağmen bunları aşarak çok daha fazla insana ulaşıp onlara ilham vermesi oldu. Özellikle koşmaya başladıktan sonra onu takip eden insanların olması da bu özelliğine örnek olmuş.
Bunun dışında Forrest birçoğumuz gibi karmaşık bir yapıya sahip değil. Mesela Jenny’nin ne zaman ne yapacağı belli olmadı hiç, kafası karışık olduğu için hayatı da karışık olan bir karakter. Buna karşın Forrest hayatını şekillendirmede daha net. Sözlerinin altında bir mecaz yok, söylemek istediğini direkt söylüyor ya da karides işine sırf söz verdiği için girebiliyor. Bu kadar açık olması beni çok etkiledi, çünkü insanlar ikili ilişkilerinde genellikle direkt konuşmak yerine dolambaçlı yolları tercih ediyorlar.
Filmde diğer etkilendiğim noktaysa Forrest’ın yaşam döngüsü gösterilirken arka planda sürekli bulunduğu dönemin sosyo-politik ve kültürel yapısının da gösterilmesi oldu. Özellikle Vietnam Savaşı, savaş karşıtı eylemler, siyahi hakları, hippiler, Kennedy suikastı gibi çok önemli olayları Forrest’ın gözünden gördük.
Ana karakter dışında yan karakterlerin hikâyelerinde de çok güzel detaylar mevcuttu. Örneğin Jenny’nin hayatını izlerken sürekli ailenin ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Annesini kaybetmesinin ardından babası sebebiyle yaşadığı travmalar onun benliğinde derin yaralar açtı. Çocukluk dönemlerindeki bir sahnede Forrest ile kuş olup uzaklara uçmak istediğine dair dua eden Jenny yaşamı boyunca da tıpkı göçmen bir kuş gibi oradan oraya gitti, uğrak yeriyse hep Forrest oldu.
Diğer yan karakter Teğmen Dan nesiller boyu savaşta hayatını kaybeden bir aileden geliyor ve Vietnam Savaşı’nda öleceğini düşünerek bulunuyor. Lakin Forrest’ın onun hayatını kurtarmasıyla tüm bildiği doğrular birbirine giriyor. Ölmeyi beklerken yaşıyor olmak onda Tanrı da dahil hayata dair birçok sorgulamayı beraberinde getiriyor. Her insanın bir dönüm noktası vardır. Kilitlerini kırıp yardımcı kaptan olduğunda hayatı değişiyor ve rayına oturuyor. Hepimiz zaman zaman bu süreçlerden geçiyoruz. Doğru bildiğimiz yanlışlar bizi zorlayabiliyor. Ne mutlu ki o bunu aşabildi.
Bu film bana hayatın üzerimize yüklediği özelliklerle sınırlı kalmamayı, kendimizi aşabileceğimizi ve doğuştan yetenekli olmasak bile gelişip hayallerimize ulaşabileceğimizi öğretti. Ama en önemlisi de her insana şans verilmesi gerektiğini.