Merhabalar. Bugün sizlerle Life of Pi (Pi’nin Yaşamı) filminin değerlendirmesini paylaşacağım. Öncelikle filmin kısa bir özetine değinerek başlamak istiyorum:
Filmin ana karakteri olan Pi, Hindistan’da doğan birisi. Babasının işi gereği hayvanat bahçesinde doğup orada yaşayan Pi, ismini de Fransızların gittiği bir havuzdan alıyor ve filmin başında bu isim nedeniyle çok fazla alaya maruz kaldığını izliyoruz. Sonrasında okuldakilerin alayından bıkan Pi, Matematik dersinde Pi sayısının açılımını sayfalarca yazınca bu isim lanetinden bir nebze de olsa kurtulabiliyor. Bence burada dikkat edilmesi gereken nokta karakterimizin ne kadar azimli ve inatçı birisi olduğu. Okul yıllarının yanı sıra hayvanat bahçesindeki yaşamından da kesitler izliyoruz. Özellikle filmin devamında sıkça göreceğimiz kaplanla karşılaşması, dini inancındaki çeşitlilik, aile hayatı ve en sonunda da Kanada yolunda başından geçen hikâyeler filmi izleyenleri düşünmeye sevk eden şeyler. Karakterimiz filmin başında karşısına çıkan yazara hikâyesini anlatırken bizler de onun macerasına tanıklık ediyoruz.
Filmde beni öncelikle etkileyen kısım Pi’nin sıradışı karakteri oldu. Öncesinde de değindiğim gibi azimli ve inatçı bir yapıya sahip olması zorlu koşullarda hayatta kalabilmesi adına önemli bir etken oldu bence. Zira o durumda çabuk pes eden birisi olsa hikâyenin devamını bu şekilde dinleyemezdik. Bunu yanı sıra 3 farklı dine inanması da oldukça enteresan geldi. İnançlar temelde aynı olsalar da ibadet şekilleri farklı olduğundan devamlılığı zor olurdu bence. Bu kısmı biraz daha detaylı görmek isterdim açıkçası.
Hoşuma giden kısımlardan bir diğeri kaplanla ilk karşılaşması oldu. Orada yer alan ‘yırtıcı da olsa her canlının derinlerde bir yerde ruhu vardır’ görüşü sonrasında gelecek sandal sahnelerinde insanın bir kez daha aklına geliyor. Babası her ne kadar aksini iddia etse de Pi’nin kaplanı evcilleştirmeye çalışması ve onun da gerçekten film boyunca Pi’ye zarar vermemesi bu görüşü destekliyor sanki.
Filmde en çok hoşuma giden detaylara değinmezsem olmaz. Özellikle filmin sonunda yaşadığını anlattığı hikâyeyle polislere ifade verirken anlattığı hikâye beni iki görüş arasında bıraktı. Öncelikle bir önceki paragraflarda değindiğim ‘yırtıcı da olsa her canlının derinlerde bir yerde ruhu vardır’ görüşünden yola çıkarak ve polislere verdiği ifadeyi de hesaba katarak şu şekilde düşündüm: Aslında orada kaplan yoktu, bir metafor vardı. Yani o süreçte özünde var olduğunu bilmediği tüm saldırgan ve vahşi özelliklerini o denli keşfetmeye başladı ki bunu kaplanın saldırganlığı metaforu altında dile getiriyor. Kaplanı eğittikçe ondan korkmaması ve daha sakin bir yapıya dönüşmesi de bu varsayımımı güçlendirdi. İnsan olarak bizler de içimizde bir takım vahşilikle doğuyoruz bence ama gerek aile eğitimi ve toplumsal faktörler gerekse de kişisel gelişim bu yönlerimizi bastırıyor ve toplumu tehdit edecek düzeyde ortaya çıkamıyorlar. Yani bir nevi bizler de yaşamımız boyunca kendimizi eğitiyoruz. Diğer görüşümse şu ki: Özellikle zorlukla karşılaştığımızda ufak bile olsa bir desteğe ihtiyaç duyuyoruz. Eğer Pi orada yalnız kalsaydı bence ne kadar azimli de olsa eninde sonunda pes ederdi. Kaplanla olmak onu zinde tuttu diye düşünüyorum. Ve işin aslı kaplanın sırf delirmeme ve hayatta kalma dürtüsü birleşince onun hayalinde canlandırdığı bir canlı olduğunu ve aslında orada tek başına olduğunu düşünüyorum. Bence bu kısım biz izleyenlere bırakılmış ve o nedenle filmin sonunda iki farklı hikâye anlatılıyor. Yazar kaplanlı hikâyeyi seçiyor mesela.
Savaşçı insanlar koşullara daha çabuk adapte olurlar. Filmdeki bu mottoyu hayatımıza da uyarlamamız mümkün. Ailemizde, okulumuzda, işimizde birçok sıkıntıyla karşılaşabiliriz lakin kaçmak yerine koşullara ayak uydurup çözüm üretmeye çalışırsak bu hayatta işte o zaman gerçek benliğimizle var olabiliriz bence. Benliğimizi eğitmek, pes etmemek ve ilerlemek dileğiyle.