Merhabalar. Bugün sizlerle Şeker Portakalı kitabına ait değerlendirme çalışmamı paylaşacağım. Öncelikle kısaca kitabın özetine değinerek başlamak istiyorum.
Şeker Portakalı, 5 yaşındaki Zeze’nin başından geçen olayları ve onun dönüşümünü konu alan bir kitap. Portekiz’de çok yoksul ve kalabalık bir ailenin sondan ikinci çocuğu olan Zeze’nin tüm mahalle tarafından en sevilmeyen özelliği aşırı derecede haylaz olması. Hatta o denli haylaz ki bu huyu sürekli birilerinden dayak yemesine neden oluyor ve herkes ona içinde şeytan varmış gibi davranıyor. Bunun yanı sıra son derece zeki bir çocuk. Zeze’nin hayatı ailesi evlerinin kirasını ödeyemediğinden başka eve taşınmak zorunda kalınca tamamen değişiyor. Yeni taşındıkları evde herkes kendine bir ağaç seçerken ona bir adet portakal ağacı fidesi kalıyor. Öncelerde büyük bir ağaca sahip olamadığı için üzülse de sonradan en büyük dostlarından birisi ve sırdaşı belliyor bu ağacı. Bu dönemde henüz 5 yaşında okuma yazma öğrendiğinden okula yazdırılan Zeze, kavga sonucunda tanıştığı Portuga ile arkadaş oluyor ve hem portakal ağacı hem de Portuga onun hayatında dönüm noktası olacak etkiler bırakıyor.
Everest Yolculuğu boyunca eskiden okuduğum birkaç kitabı tekrardan okuma şansı buldum, Şeker Portakalı da bunlardan birisi. İlk olarak 2015 yılında okuduğum bu kitabı şimdi bir yetişkin olarak okumak farklı bakış açıları kazanmama sebebiyet verdi. Çocukken var olan hayal dünyamız yaşadığımız kötü tecrübelerle birlikte birer birer körelmeye başlıyor bence ve en sonunda ulaştığımız noktaya yetişkinlik diyoruz. Kimilerimiz ise şanslı oluyor ve içindeki bu çocuğu asla öldürmüyorlar. Zeze kitap boyunca her yaşadığı farkındalıkta biraz daha büyüyor ve bu onun çocuksu yanının da gittikçe ölmesine yol açıyor. O yaştaki bir çocuk için ne acı bir şey bu.
Kitapta beni en çok etkileyen noktalardan birisi Zeze’nin çevresine karşı geliştirdiği farkındalık düzeyi oldu. 5 yaşındaki bir çocuğun dert etmesi gereken tek şeyin arkadaşlarıyla oynayacağı oyunlar olması gerekirken yokluğu bu kadar derinden hissetmesi, ölüm hakkında bu kadar rahatça konuşabilmesi, kullandığı kelimeler beni inanılmaz üzdü. Bunun yanı sıra öğretmeninin masasındaki vazoda çiçek olmayan tek öğretmen olduğunu fark edip bunun onu üzdüğünü düşünerek ona çiçek getirmesi, kendisi de oldukça yoksul olmasına karşın sınıfındaki başka bir arkadaşının daha kötü bir durumda olduğunu fark edip aldığı çöreği onunla paylaşması da farkındalığının boyutunu çok iyi yansıtan olaylardan bazılarıydı. Diğer yandan tüm bu farkındalığına rağmen hayal gücünün bir çocuk olması nedeniyle oldukça zengin olması kitabın başında beni oldukça mutlu ederken sonrasında bunun soluşunu görmek de beni üzen bir diğer nokta oldu.
Çok uzun zamandır en büyük isteklerimden birisi anne olmak. Bunun için illaki doğum yapmama gerek yok. Evlat edindiğim ya da sahiplendiğim herhangi bir canlıya içimde oluşan, başkalarından alıp biriktirdiğim tüm şefkati vermek istiyorum. Dünyada en azından bir canlı çok fazla sevildiğini derinden hissetsin istiyorum. Sanırım bu benim içimde yaşayan ve bir kısmını hala öldürmediğim küçük Neriman’la ilişkimden kaynaklı çünkü birçok insan tam olarak ne istediğimi anlamıyor. Zeze’nin durumuna bakınca bu ihtiyacın kaynaklanmasının ne kadar olağan olduğunu gördüm. Çocuklar belirli yaşa kadar saf ilgi ve sevgiye muhtaç olarak yaşıyorlar ve bunu alamadıklarında kişiliklerinde derinden hissettikleri ve onları hayatları boyunca etkileyecek birçok problem oluşuyor. Zeze’nin içinde bulunduğu durumda onu gerçekten sevdiğini hissettiren kişilerin yalnızca annesi, ablası Gloria ve kardeşi kral Luis olduğunu görüyorum. Özellikle babasıyla arasındaki ilişki onun kişiliğinin agresif yönünün ortaya çıkmasına yol açmış gibi geliyor bana. Sonralarda Portuga ile tanışınca onu baba figürü olarak görmesi de hayatındaki baba şefkati eksikliğini kapatma çabası gibi hissettiriyor. Bu nedenle onu kaybetmenin kişiliğinde çok derin yaralar açması ve artık büyümesi de hem çok üzücü hem de hayatın acı gerçeklerinden birisi.
Hepimiz bir gün bir canlının ebeveyni olabiliriz. Lakin dünyada bize çok fazla ihtiyacı olan bir canlıyı anlamamak ona yapılan en büyük kötülüklerden birisi bence. Çocuklarla ilişkimizde birçok şeye dikkat etmeliyiz, onlar için rol model olmalıyız. Bunun yanında da topluma sağlıklı bireyler kazandırmak amacıyla onları şefkatimizden ve sevgimizden mahrum etmemeliyiz. Sanırım bunu başarmanın temel yolu da kendi içimizdeki çocukla konuşmak ve onu anlamaktan geçiyor.