Merhabalar, bugün sizlerle Ters Yüz filmine ait değerlendirme çalışmamı paylaşacağım. Öncelikle kısaca filmin özetine değinerek başlamak istiyorum.
Filmin ana karakteri olan Riley 11 yaşında bir kız çocuğu. Her insanda olduğu gibi onda da beş temel duygu olan neşe, üzüntü, tiksinti, öfke ve korku hayatını yönlendiriyor. Bu duygular onda kalıcı anılar diyebileceğimiz çekirdek anıları ve bunun sonucunda da karakterini meydana getiren farklı karakter adalarını oluştururken ayrıca uzun vadeli anılar havuzunu da oluşturuyorlar. Aile, arkadaşlık, muziplik ve hokey onun karakter adalarından bazıları. Riley’nin karakterini yöneten asıl duygu ise neşe. Bu duygu onun sürekli pozitif kalmasını sağlarken aynı zamanda diğer dört duyguyu da bu doğrultuda hareket ettirmeye çalışıyor. Hayatı mutlu bir şekilde devam ederken babasının işi dolayısıyla Minnesota’dan San Fransisco’ya taşınmak zorunda kalınca yeni adım attığı bu dünyada yeni tattığı duygularla çatışma içerisinde yaşamaya çalışıyor. Okula başladığı ilk gün üzüntü duygusunun neşe duygusuna ait olan çekirdek anılardan birisine dokunmasıyla Riley’nin güzel anıları bir anda üzücü anılara dönüşmeye başlıyor. Bu süreçte Riley’yi sürekli pozitif tutmaya çalışan ve en önemli duygu olan neşe ve diğer duyguların çatışmalarına tanıklık ediyoruz. Neşe duygusunun ortadan kaybolması ve diğer duyguların denetimi alması sonucunda yaşadığı zorluklara ve nihayetinde bu duygu geri geldiğinde yaşamında oluşan değişimlere şahit oluyoruz.
Film bana göre hem farklı yaş gruplarının hem de cinsiyetlerin düşünce yapısını biraz da mizahi bir yönle ele alıyor. Özellikle Riley’nin okul nedeniyle agresifleştiği sahnede anne ve babanın zihninin içindeki duyguları ve hamlelerini görmek filmde beni en çok güldüren kısım olmuştu. Toplumsal normlar çerçevesinde üzüntü tarafından yönetilen, daha anlayışlı bir anne ve öfke tarafından yönetilerek sözünü geçirmeye çalışan bir baba figürünü yansıtmışlar. Bu kısmı izlerken gösterilen olayın altında yer alan alaycı ve eleştirel yaklaşım göze çarpıyordu.
Film ayrıca beni geçmişime götürdü. Ortaokula başlayacağım sene biz de başka bir yere taşınmıştık. Zaten zorlaşmaya başlayan dersler olacakken bir de üstüne yıllarca alıştığın evimden, arkadaşlarımdan ayrılmak çok zor gelmişti. Riley’nin okulundakilerin aksine benim okulumdaki insanlar ilk anda dışlayıcı bir tutum sergilemişlerdi ve beni aralarında istememişlerdi. Bu nedenle severek gittiğim bir okul varken bu çekirdek anıma üzüntü duygumun dokunmasıyla artık üzücü bir anıya dönüşmeye başlamıştı. Zamanla ben de neşe sayesinde bu durumun üstesinden geldim.
Film boyunca beni yöneten duygunun ne olabileceği de düşündüm. Sanırım üzüntü ve öfke duyguları şu anki yaşımda beni komuta eden duygular. Bu filmde bunun zamanla değişebileceğini öğrendim, içimdeki neşeye daha fazla yatırım yapmam gerektiğini de. Çünkü neşe olmadığında hayatımın neye benzeyeceğini de gördüm.
Filmde en çok hoşuma giden kısım neşe, üzüntü ve Riley’nin hayali arkadaşının Riley’i mutlu edebilmek için birlikte çalışmaları oldu. Hiçbir zaman yetişkin birisi olmak istemedim, hep Peter Pan’in evrenindeki gibi çocuk kalmak istemişimdir. Çünkü biliyordum ki yetişkinlerin dünyasında her şey çok daha zor olacaktı. Şimdiyse bedenen yetişkin olan birisi olarak içimdeki çocukla konuşmaya çalışıyorum. İkisini bir arada yürütmeye çalışırken fark ettim ki hayatta gaye olarak mutlu olmayı seçmek tam olarak bizi istediğimiz noktaya götürmüyor. Bazen gerçek mutluluğun kıymetini anlamak için zorlu yoldan geçmeli, belki de üzülmeliyiz. Eğer üzücü anılarım olmasaydı belki de çok doyumsuz, bencil, kötü huylu bir insan olacaktım. Ama şimdi geçmişe dönüp baktığımda üzücü anıların da karakter adalarımın oluşmasına katkı sağladığını görüyorum. Bence filmde verilmek istenen mesaj da buydu. Daima pozitif kalmaya çalışalım ama hayatı hayali arkadaşlarımız varmışçasına toz pembe de görmeyelim. Ne kadar üzülürsek üzülelim bir şekilde kendi neşemizi bulabiliriz.