“Burnun büyüdü mü İnci? Hani Pinokyo’nunki gibi… Sen anlatmıştın, Pinokyo diye bir kukla varmış. Yalan söyleyince burnu uzuyormuş. Yalan söylersen senin de burnun büyür demiştin bana. Sen de yalan söyledin. ‘Seni bırakıp gitmem. Gidersem seni de götürmeye çalışırım.’ Hatırlıyor musun, böyle söz vermiştin. Ama ‘Hoşça kal,’ bile demeden gitmişsin. Ben uyurken.”
Selam millet! Bu sefer hesapta bir ilki gerçekleştirerek gece yorumuyla geldim. Yorum yazmanın ve okumanın zamanı yoktur değil mi? 😇
Barış annesi dolayısıyla hapishanede yaşayan bir çocuk. Dışarıdaki hayat hakkında neredeyse hiçbir bilgisi yok. Tüm hayatı oradaki insanlar ve küçücük bir avludan ibaret. İnci adındaki karakterle çok derin bir sevgi bağı var lakin bir gün geliyor ve İnci tahliye oluyor. Kitabımız da burada başlıyor zaten. Barış’ın İnci’ye yolladığı mektupları okuyoruz.
Kitabın geçtiği dönem 12 Eylül zamanları ve biz o zamanın hapishane ortamını küçük bir çocuğun gözlerinden izliyoruz. Küçük bir çocuğun duyguları zaten etkiliyor lakin diğer yandan alt metindeki mesajlar da insanı düşünmeye sevk eder cinsten. Barış’ın çevresinde gelişen olayları anlamlandıramaması ve sorduğu sorular biz yetişkinleri derinden etkiliyor. Sonuç olarak da karşımıza içimiz burkularak okuduğumuz bu kitap çıkıyor.
Küçücük hayatların problemlerini konu alan bütün kitaplar beni bir parça daha fazla etkilemiştir her zaman. Çünkü dünyadaki tüm kötülüklerin içinden çekip çıkarmak isterdim o küçük kalpleri, bunlara maruz kalmasınlar isterdim. Bu kitap da bu yüzden beni birçok bölümünde bayağı üzdü. Çok kısa olmasına rağmen etkileyiciydi anlayacağınız. Ayrıca yazarın dili aşırı derecede akıcı, benzetmeleri güzel ve yukarıda da bahsettiğim üzere alt metinde güzel mesajlar vermiş. Tüm bunları göz önüne alırsam da beğendiğim bir kitap oldu. Bu tarz konuları okumayı seven ya da okumak isteyenlere tavsiye edebilirim, bence bakmadan geçmeyin. Sağlıcakla kalın efenim! 😄💞